1 Şubat 2010 Pazartesi

Yeni Dünya'nın Romanı: Amerika 94




Turnuva başlamadan önce Dünya Kupası eki veren bütün gazeteler alınır, o eklerin hepsi didik okunur, kadrolar ezberlenir ve en güzel yaz tatili hediyesi beklenmeye başlanır. İşte Amerika 94...

İtalya 90'ın ardından kupanın yeni adresinin "Yeni Dünya" olması, Amerika'nın zaten pek de aşina olmadığı "ayaktopu" na karşı vereceği en büyük sınavlardan birine hazırlanacak olması demekti. İtalya 90'daki zevksiz ve az gollü futbol, Amerika 94'ün işini bir kat daha zorlaştırıyordu. Bunun yanında Amerikalıların öncelikler sıralamasında hamburger&cola'dan bile daha aşağıda bulunan futbol acaba Amerika'da yalnız mı kalacaktı sorusu da herkesin kafasındaki en büyük soru işaretiydi. Avrupa ile olan saat farkı yuzunden maçların gündüz ve oldukça sıcak bir havada oynananacak olmasından dolayı, ortaya konacak futbolun İtalya 90'dan bile geride kalabilme ihtimali de futbola acıkan herkesin ortak korkusu idi.

Turnuva bu soru işaretleri ile başlarken, Maradona'ya İtalya 90'da doyamayan futbol düşkünlerinin onu bir kez daha ve belki son kez izleyeceklerini bilmeleri de turnuvayı çekici hale getiren en önemli faktörlerden biriydi. Bunun yanında Brezilya'nın turnuvaya oldukça güçlü ve aç bir kadro ile gelmesi, Kamerun'un İtalya 90'da insanların damaklarında tat bırakmış olan oyunu, ikinci bir Kamerun vakası olur mu denilen Nijerya'nın varlığı ve İtalya 90'ın gizemli adamı Roberto Baggio'nun Amerika'ya artık bir futbol yıldızı olarak gelmiş olması da herkesi heveslendiren ve umutlandıran diğer etkenlerdi.

Bir önceki şampiyon "baklava formalı" Almanya ile Bolivya arasında oynanan maçla başladı Amerika 94. Chicago Soldier Field'in halka şeklinde sürülmüş çimleri televizyon başındakilerin başını döndürse de adeta bir cehennem sıcağında oynanan maçı Klinsmann'ın tek golü ile kazanmıştı Almanya. Klinsmann ise yıllar sonra teknik direktör olarak döneceği Amerika'yı bu golle selamlıyordu.

Grup maçları ise beklenenin aksine oldukça gollü ve zevkli maçlara sahne olmuştu. Bulgaristan, İsveç ve Nijerya'nın güzel oyunları, Oleg Salenko'nun Kamerun'a hediye ettiği "beşi bir yerde", ABD'nin meğerse biraz futboldan anladığı ve Amerikalı Lalas'ın sakalı aperatif olarak herkesi memnun etmişti. Ama grup maçlarına skandallar ve hayalkırıkları daha çok damga vurmuştu. En büyük hayalkırıklığı ise hemen hemen herkesin Dünya kupalarına bir kupa ile veda etmesinin beklediği, istediği Maradona'nın kokain skandalı ile turnuvayı kapatmasıydı. Maradona sadece Arjantililere değil, bütün futbolseverlere ihanet etmişti adeta. Bundan 12 sene sonra bir başka futbol tanrısı Zidane da o meşhur kafa ile veda ediyordu futbola. Ama başı dik bir biçimde ve yıkılmadan...Maradona skandalının ardından, Kamerun'un Afrika aslanlığının 4 sene öncesinde kalmış olması da herkesin tadını kaçıran bir diğer olaydı. Rusya'dan 6, Salenko'dan 5 yiyerek kapatmışlardı turnuvayı. Herkesin aklında olan ortak konu ise Roger Milla'yı acaba 46 yaşında Fransa'da görebilecekler mi sorusuydu.

Kolombiyalı Escobar ise kendi kalesine attığı golün aslında kendi kafasına sıktığı bir kurşun olduğunu bilemezdi elbette. Dinya kupaları tarihinin en dramatik olaylarından birinde Escobar sahalara ve yaşama bu kadar ucuz bir şekilde veda etmişti.

İkinci tur maçlarına ise Romanya damgasını vuruyordu. Hem de Arjantin karşında, üstelik adeta bir futbol şov yaparak. Romanya bu turnuvada belki de mevkilerinin ülke tarihi boyunca en iyi olan oyuncularını barındırıyordu kadrosunda. Başta Hagi olmak üzere Popescu, Dan Petrescu, Lupescu ve Dumitrescu Romanya tarihinin en önemli oyuncuları olmuşlardı. Arjantin karşısında Hagi'nin oynadığı futbol, onun ve Dumitrescu'nun attığı inanılmaz güzellikteki 2 gol, her ne kadar beni üzse de futbolu neden bu kadar çok sevdiğimi bana hatırlatmıştı. Bebeto'nun yıllar içinde klasik bir futbol sevinci haline gelecek bebek sallamalı gol sevinci, Nijerya'nın sempatik oyunu ama elenmesi, onları eleyen adamın ise turnuvaya iyice ağırlığını koyan Roberto Baggio olması 2.turun diğer akılda kalanlarıydı.

Çeyrek finale ise Avrupa dışından sadece tek bir takım kalabilmişti. İşte o takım Brezilya, yıllar sonra hatırlanacak bir başka 3-2'lik maçta Hollanda'yı Branco'nun müthiş frikik golü ile geçiyordu. İtalya'nın İspanya'yı, birisi Dino olmak üzere yine Baggio'lar ile elemesi, Bulgaristan'ın turnuvanın en büyük ikinci sürprizine imza atıp Almanya'yı Letchkov'un kel kafası ile geçmesi, İsveç'in Hagi ve arkadaşlarını bu sefer atarak değil, psikopat kalecileri Ravelli'nin kurtardığı penaltı ile geride bırakması çeyrek finalin diğer sonuçlarıydı.

Grup maçlarında Romario'nun pis burnundan bir gol yiyen İsveç, bu sefer yine Romario'dan pis bir dakikada yedikleri gol ile veda ettiler Amerika 94'e. "Pis burun" demişken, Romario'nun attığı bu "garip" golün bir kopyasını, o zaman 17 yaşında kulübeden idolünün bu golüne sevinen Ronaldo, yıllar sonra Japonya'da Türkiye'ye atarak hepimizi üzüyordu. İsveç ise akıllarda, oynadıkları güzel futbol, attıkları 15 gol ile en golcü takım olmaları ve havada 360 derece dönerek gol sevinci yaşayan "bebek yüzlü katil" leri Thomas Brolin ile kaldılar. İtalya ise bir kez daha Baggio ile finale koşuyordu.

Amerikalılar final maçını Amerikan futbollarının mabedi Rose Bowl'a vermişti. İşte Rose Bowl da belki tarihinin en sıkıcı maçına sahne oldu ve oldukça gollü geçen bu turnuvaya hiç yakışmayan golsüz bir finale evsahipliği yaptı. 0-0 ile penaltılara giden finalde bu kez Baggio'nun dramına tanık oldu bütün dünya. İtalya'yı finale kadar sırtında taşıyan Roberto, son penaltıyı dışarı atarak bir anlamda İtalya'yı da sırtından atmış oldu. Dışarı atılan bu penaltı, Breziya'nın 24 yıl sonraki ilk zaferini elde etmesi demek oluyordu.

Amerika 94 sürprizleri ile oldukça renkli bir turnuva olmuştu. Yukarıdaki resimde kral ve veliahtı kupayı kucaklarken, aşağıda bir diğer kral yıkılıyordu. Girişini skandal ve acı ile yapıp, gelişmesini "güzel futbol" ile tamamlayıp, sonucunu ise sıkıcı bir oyunla yazdığı bir roman gibiydi bu turnuva. Yeni Dünya, futbolun sadece Amerikan futbolu olmadığını görmüştü. Hem de adeta bir roman gibi olan bu turnuvayı yaşayarak...

1 yorum:

  1. 80'den beri seyredebiliyorum ve 90 ve 94 kupaları benim en beğenmediğim 2 dünya kupası ne yazık ki (afrikalı kamerun'u ve maradona'yı hariç tutarak söylüyorum tabii). 98'i de yazmanı bekliyorum.

    YanıtlaSil