19 Nisan 2010 Pazartesi

Futbolun ırzına geçen adam!

Maç öncesi açıklanan kadrolara bakınca maçın nasıl bir taktik mücadele içinde geçeceği az çok belli oluyordu.
Beşiktaş'ın ilk 11'inde 4 stoper, 2.5 sol bek, 2 adet de defansif orta saha oyuncusu vardı. Ben de kadroyu görünce "bu ne ya" dedim gerçekten ama kulübeye bakınca da daha iyisi ne olurdu sorusuna cevap da bulamadım. 4-5 maçtır formsuz Holosko mu, 2 seneden beri ortalarda olmayan Serdar Özkan mı, yoksa artık yürümekte bile zorlanan Yusuf' mu bu ilk 11'i zorlar? Eksikler zaten malum...Bu şartlar altında çıkan kadro ve taktik anlamında ağır bir eleştiri yöneltemem Denizli'ye. Sezon başından beri ortaya koyduğu bir duruş ve sistem var ve onda da ısrar ediyor. Ayriyeten yetenek konusunda sınıfta kalan bu kadroya nasıl bir hücum futbolu oynatabilirsiniz o da soru işareti. Ha gerçi bu kadroyu oluştururken Denizli'nin aklı nerdeydi diye de sorasım geliyor.

Neyse geçelim bunları. Maçın başında Alex'in golü gelince tüm hesapların değişeceği beklenebilirdi ancak öyle olmadı. Zira elinde bir B planı ol(a)mayan Denizli de maçın büyük bölümünde başladığı dizilişi korudu. İkinci yarıda İnceman ile orta sahayı biraz daha iyi parsellemeye çalıştı ve büyük ölçüde de başardı. Ernst ve Fink'in de etkinliği arttı ancak bu sefer de zaten hazır olmayan Tello fizik olarak çok düştü ve sağ kanatta kayboldu. Yine de Bobo penaltıyı gole çevirebilseydi istediğini elde etme konusunda büyük bir adım atmış olacaktı Denizli. Maçtan sonra da açıklamasında Fenerbahçe'nin ikinci yarı ortalarında gol yemesi durumunda dağılmaya müsait bir takım olduğunu belirtmişti. İlk yarıdaki maçta da buna benzer bir taktik ve anlayış ile 3 gol bulabilmişlerdi.

Taktik teknik bir yana bu penaltı öncesinde de insanı futboldan soğutacak kadar mide bulandırıcı bir olay meydana geldi hepinizin bildiği gibi. Belki bu olayı bu kadar konuşmamızın sebebi o penaltının kaçması idi ancak yine de 4 hakemin ve saha içindeki 21 oyuncunun bu "futbol katili" adama "sen napıyorsun" diyememesi de bir o kadar faciaydı. Bu ülkede vakti zamanında Pascal Nouma elini şortuna soktu diye haftası dolmadan gönderilmişti. Üstelik kulüpte ve belki de ülkede inanılmaz bir kredisi olduğu halde. Doğru idi yanlış idi tartışılır. Görsel olarak hoş olmayan ama oyuna da ihanet etmeyen maksadını aşmış bir hareketti ama kamuoyu baskısı o kadar fazla idi ki yönetim de belki düşünme hakkını kullanamadan gönderdi Nouma'yı.

Şimdi dün akşamdan beri sinirlerimin elverdiği ölçüde spor programlarını, yorumları ve yazıları izledim, okudum. Aynı kamuoyu baskısını göremedim. Peki bu "futbol katili" nin yaptığı hareket Nouma'nınkinden ne ölçüde aşağıda ya da yukarıda. O zaman bas bas bağıran, namus timsali geçinen bu dinazorlar bugün neden ortada değiller? Bilica dün akşam elini şortuna sokmadı ama futbolun ırzına geçti o penaltı noktasını defalarca tekmeleyip kazarak. Ama öyle bir medya var ki bizde insanı futbol izlemekten utanır hale getirir. Dün akşam da işlerine gelenler eleştirirken işlerine gelmeyenler üstünkörü konuşup geçtiler.

Herşeyden daha önemlisi Fenerbahçe yönetiminin alacağı tavrı merak ettim. Maç sonrası açıklamalarda birşey duyamadım. Bugün de Daum dalga geçer gibi saygısızca, utanmazca bir açıklama yaptı Bilica'nın haksız penaltıya öfkesini penaltı noktasından çıkardığını söyleyerek. Hani nerde 5-6 yıl önce Nouma'yı asan zihniyet? Bu adamların futbol ile dalga geçmesi karşısında neden gıkınız çıkmıyor?

Boğazına kadar pisliğe batmış bir ülkeyiz ki futbolumuzu yönetenler de, ekranlarda konuşanlar da,  gazeteler de yazanlar da bu pisliğe her gün söyledikleri ve söylemedikleri ile katkıda bulunuyorlar. Bugün Hürriyet'in ve Milliyet'in web sitesinde Torres'in de aynı hareketi yaptığına dair bir haber vardı. İnanılacak gibi değil. Karşılaştırdıkları ve söylemeye çalıştıkları şey inanılır gibi değil. Hürriyet gazetesinin spor servisi gazeteciliğe ve haberciliğe yakışmayan insanların ellerinde. Artık sadece bugün nasıl bir komediyi sahneye koyacaklar diye girip okuyorum onları. Bugün de ortaya koydukları komedi on numaraydı bence.

İşin özeti bu "futbol katili" adamın bugün itibari ile Türkiye'nin futbol gündeminden silinmesi gerekirdi. Nouma'daki aynı baskıyı kamuoyunun Fenerbahçe yönetimi üzerine yapması lazımdı. Ama herkes kulağının üstüne yatmış vaziyette. Biz kafaları Nouma'nın şortundan çıkamamış, vizyonları ancak o şortun içine sığacak kadar olan ve "futbolun namusunu" koruyamayan bir futbol camiası ile muhatabız bu ülkede. Devam edin...Siz böyle devam ettikçe daha çok Bilica'lar üzerimize çıkar...

17 Nisan 2010 Cumartesi

Yine konuştu!


Avrupa liglerinde sezon sonu yaklaştıkça şampiyonluk yarışı, yaklaşan Dünya Kupası heyecanı ve transfer dedikoduları gündemi oluşturan başlıklar. Ribery'nin Bayern'deki durumu ise yaklaşık 2 seneden beri sürekli gündemi meşgul ediyor. Bu biraz da Ribery'nin basına konuşmayı seven bir oyuncu olmasından kaynaklanıyor. Galatasaray ve Marsilya yıllarından hatırladığımız anılar bize bunları söyletiyor. Üst düzey bir oyuncu olduğunu kabul etsem de çok sık sakatlanması ve şu ana kadar oynadığı takımlarda önemli bir başarı kazanamamış olması sebebiyle üzerinde bu kadar düşünülecek ve konuşulacak bir oyuncu olmadığı kanısındayım.  Bayern'in bu sezon bulunduğu yerde ise onun ne kadar katkısı oldu tartışılır.

Son olarak da Real, Barcelona ve Chelsea'den teklif aldığını, Bayern'de kalma ihtimalinin %50 olduğunu açıklamış. Bir kere Ribery gibi gündemde olmayı ve parayı seven bir oyuncu gerçekten bu takımlardan teklif alıyorsa bence Münih'de kalma ihtimali %0. Ancak ben özellikle Guardiola'nın ve Madrid'in planları arasında onun olduğunu hiç sanmıyorum. Bir ihtimal bu sene yıldız pazarının en büyük alıcısı olacak olan Abramovich sayesinde Chelsea'ye gidebilir. Joe Cole ve Kalou gibi oyunucuları gönderecekleri konuşulurken ve Abramovich bu kadar iştahlı iken Stamford Bridge'e getirilecek süperstar'ın Ribbery olma ihtimali kuvvetli.

Bayern Münih ise Robben sonrası mükemmele yakın bir sezon geçiriyor. Van Gaal bu sezonki stresli günlerin ardından şimdi kendine ve takımına daha çok güveniyor. Ribery'den elde edecekleri para ile bu takıma çok iyi takviyeler yapabilirler. Özellikle tüm defans hattında çok sorun yaşadılar bu sezon. Eğer Ribery'den maksimum gelir elde edip Demichelis&Van Buyten ikilisini de "daha iyileri" ile değiştirebilirler ise ve tabii ki Kahn sonrası kaleci sendromunu iyi bir transfer ile çözebilirler ise onlar adına gelecek parlak diyebiliriz.

Son kurban mı?



Sezon başında Ronaldo-Kaka ikilisinin gölgesinde kalmış gibi gözükse de Barnebau'ya onbinlerce kişiyi toplayabilmiş ikinci Los Galacticos harekatının en önemli parçalarından biri olarak düşünülmüştü Benzema. Yıllardır türlü santraforlar ile oynasa da halen Raul'un ayaklarına bakan Real için Benzema yeni bir sayfa demekti ancak genç Fransız Lyon'daki günlerinden çok çok uzakta bir performans sergiledi bu sezon. Sezon ortasında Higuain'in de inanılmaz bir form yakalaması ile yedek kalmaya mahkum oldu.

Benzema'nın Higuain'e oranla daha yetenekli bir oyuncu olduğunu söyleyebiliriz. Hızı, vuruş tekniği ve oyun zekası üst düzey iyi bir oyuncu. Ancak onun şanssızlığı Real'in hiçbir zaman beklemeye tahammülü olmaması. Eğer ortada yolunda gitmeyen birşey varsa aksiyon almakta tereddüt etmiyorlar. Bunun en son örneğini geçen yaz Hollandalı operasyonu esnasında Sneijder'i bile gözden çıkarmaları ile görmüştük. Benzema'da da çok ısrar edeceklerini düşünmüyorum açıkçası. Çıkan haberlere göre de Alex Ferguson'un onu Manchester'a getirmeyi çok istediği biliniyor. Buna karşın Rooney'nin adı ise inanılmaz rakamlar eşilğinde (haftalık 250.000 Sterlin gibi) Real için anılmaya başlandı. Rooney transferi belki ekonomik yönden değil ama başka sebeplerden dolayı olması zor gözüküyor. En son Owen'ın Real yıllarının çok parlak geçmediği düşünülürse Rooney'nin ada futbolundan kopup kariyerinin zirvesinde iken böyle bir riske gireceğini sanmıyorum. Ancak Benzema ManU için ideal bir santrafor olabilir. Berbatov'dan çok memnun olmadıkları biliniyor. Bu şartlarda bulabilecekleri en iyi hücum oyuncularından birisi Benzema. Sir'ün ellerinde de yeniden Lyon günlerine zorlanmadan dönecektir.

3 Nisan 2010 Cumartesi

Mücadele zekası


Eskişehir maçının temposuna verdikleri 2 kurbanın (Nihat ve Ferrari) üstüne, hafta içi idmanda sakatlanan Tello ve Ernst olmadan maça başladı Beşiktaş. Sezon başından beri bir türlü form tutamayan "ebedi eksiklerin" yanına takımın akıl yükünü çeken bu iki oyuncunun eksikliği de eklenince, bu akşam yaratıcılıktan, zekadan ve en önemlisi mücadeleden yoksun bir oyun ortaya çıktı.

Şimdi haklı olarak soracaksınız:
"Ya kardeşim 2 adamın eksikliği kadro sıkıntın varsa yaratıcılığı bitirir, futbol zekası eksik bir takım ortaya çıkarır belki ama mücadele ile ne alakası var bunun?"..Cevap çok basit. Mücadele gücü de sadece fizik gücü ile doğru orantılı artan bir parametre değildir. Bildik bir söz var aslında bu durumu tanımlamak için. "Kontrolsüz güç, güç değildir."..Evet mücadele gücünü de yönetmek ve bunun içine akıl unsurunu sokmak gerekir. Siz fizik kapasitesi kağıt üstünde yüksek 3 oyuncuyu orta sahaya koyduğunuzda buradan her zaman dinamik, her topa basan ve alan daraltan bir bileşim çıkmaz. Bunun örneğini de bugün Beşiktaş ortasahası tam layığı ile verdi hepimize.

Denizli maça Necip, Fink ve Uğur ile başladı. Ayrıca 3'lü defans oynadığı için kanatlardaki Ekrem ve Üzülmez ile de bu 3'lüyü desteklemeyi amaçladı. Ama kağıt üstündeki planlar pratiğe dökülmedi. Sebep ise yukarıda bahsettiğim gibi bu 5 adamı yönetecek, nerede durmaları gerektiğini söyleyecek, varlığı ile onları kontrol edebilecek bir Ernst'in ya da fizik gücü yerinde bir Tello'nun olmaması idi. Hal böyle olunca bu ortadaki 3'lü başı kesilmiş tavuklar gibi bir o yana bir bu yana koştu durdu bütün maç. Ankaragücü'nün sadece Hürriyet ile direndiği orta sahada, buna rağmen inanılmaz boş alanlar bıraktılar. Top kayıpları da cabası...Daha önce yine yazmıştım. Bu isimlerden hiçbirisi sırtı dönük top alıp, bu topu tek pasta ya da kontrolü altına alarak ileriye aktarabilen isimler değil. Defanstan çıkan her top, ya yanlış pas sonucu, ya da bu 3'lünün yer paylaşımını yapamayıp aldıkları topları ayaklarına dolaştırması ile kayıp hanesine yazıldı Beşiktaş'ın. Sözün kısası geçen hafta "Dinamik 4'lü" diye adlandırdığımız o isimler bu maçta dinamizmlerine zekayı katamadılar ve ortaya kargaşa içinde oynanan bir oyun çıktı Beşiktaş adına.

Bu kargaşada Denizli'nin hiç mi payı yok. Var, hem de çok...Bu kadar kritik bir maçta sistem değişikliğine gitmek ancak onun cesaret edebileceği ya da akıl edebileceği bir iştir. Mazereti var elbette. En önemli savunma oyuncusunu kaybettiği gibi, ortada verim alabildiği bir oyuncusunu da göbeğe çekmek zorunda kaldı. Amma velakin senin elinde olan kadro bu tarz radikal değişiklikleri bir haftada benimseyebilen, değişime kolay adapte olan ve oyun zekası yüksek oyunculardan oluşmuyor. Belki defans hattı fazla arıza vermedi bireysel hatalar dışında ama orta saha diye bir kavram neredeyse yoktu maç boyunca. O yüzden Ankaragücü kısa pas, uzun pas ve ikiye birlerle çok rahat geçti bu bölgeyi maç boyunca. Onları eksiklikleri ise etkili olmaları gereken bölgede topları iyi kullanamamaları oldu. Aslında sorunları Beşiktaş'ınki ile çok farklı değildi. Çok hücumcu (Sapara, Çakır, Rothen, Vittek ve Vassel) ile başladı Lemerre oyuna ancak bu oyuncuları organize edecek bir zeka yoktu sahada. Onların hücum denemeleri de kargaşadan ve organizasyon eksikliği yüzünden ceza sahası dışından atılan zayıf şutlarla eridi gitti.

Aslında isme dayalı eleştiri yapmayı ve yazmayı sevmiyorum. Biraz işin kolayına kaçmak gibi geliyor bana. Ancak İbrahim Kaş hakkında şuraya bu akşam iki satır yazmazsam da bu gece gözüme uyku girmeyecek. Bir oyuncunun sahadaki varlığı, ama sadece varlığı, aynı anda takımın bütün oyuncularını ve seyirciyi tedirgin edebilir mi? Evet, bu mümkünmüş...Daha önce kafasını maça vermediğini ve yaptığı hataların bundan kaynaklandığını iddia etmiştim. Ancak bu hafta o kadar temel seviyedeki şeyleri yapmadı ya da yapamadı ki, bu seviyelere nasıl gelebildiğine düşündürttü durdu beni maç boyunca. Vassel'e yaptığı ve aslında penaltı olan ama hakemin vermediği/veremediği/görmediği/görüp de çalmaya cesaret edemediği pozisyonun başında, ortasında ve sonunda ayrı ayrı hatalar yaptı. Vassel'e orda rahat top aldırması, akabinde ayakları iyice yavaşlamış bu oyuncudan çok basit bir vücut çalımı yemesi ve son olarak da vücudunu kullanarak rakibi çizgi dışına doğru ittirmesi gerekirken direk ayaklarına dalması bu bahsettiğim ve bir stoperde olması gereken temel ve en basit özelliklerin maalesef Kaş'ta olmadığına en bariz örnektir herhalde. Ben onu izlerken bazen gerçekten gözlerime inanamıyorum. Bakalım Denizli daha ne kadar tahammül edebilecek...

Sistem seçimi, Serdar Özkan, Yusuf Şimşek, Ankaragücü seyircisi gibi değinmek istediğim başka noktalar da var ama içimden gelmiyor işin gerçeği. Eksikliklerin de etkisi ile çok önemli 2 puan kaybetti Beşiktaş bu hafta. Ama daha önemlisi geçen hafta Eskişehir önünde 2-0 dan gelen galibiyetin rüzgarını kaybetti. Fenerbahçe deplasmanında olası 2 puan kayıp hakkını da yok yere kullanmış oldu. Futbol adına da zeka olmadan mücadelenin bir anlamı olmayacağını da görmüş olduk. Yani neymiş? Sadece mücadele gücü ve oyun zekası diye birşey yokmuş. Mücadele zekası da varmış!