9 Ağustos 2011 Salı

Barcelonalılaştırdıklarımızdan...


İnsanı futboldan soğutan şike haberlerinin üstüne Bundesliga ile başlayan Avrupa futbolu ilaç gibi geldi. Adeta aç kurtlar gibi cuma akşamının gelişini beklemiştir bir çok kişi benim gibi. Hele bir de sezonu geçen senenin en "güzel" takımının en "güzel" taraftarı ile açmak çok şık oldu.

Herkes merak etmiştir Dortmund'un özellikle bu sezon göstereceği performansı. Bundesliga'nın 10 bilinmeyenli denklemi andıran yapısını düşünürsek Bayern Münih dışında her sene sürpriz bir takım ortaya çıkacağı neredeyse garantidir Almanya'da. Hemen ilk akla gelen Wolfsburg örneği...Armin Veh'in Stuttgart'ı...Geçen sene bir dönem Mainz...Ve tabii ki aşama aşama bugünlere gelen Dortmund...

Futbol adına oldukça önemli bir proje ve hikayedir Dortmund'un durumu. Bu açıdan Wolfsburg ve Stuttgart'tan ayırmak lazım onları. Takıma kazandırılmak istenen futbol kimliği sadece şampiyon olunan geçen seneden değil Klopp öncesi dönemde bile ufak ufak belirtiler gösteriyordu zaten. Doğru teknik adam, doğru futbol anlayışı ve her sene üzerine koyarak, sindirilerek kazanılan başarılar Dortmund'u bu noktaya getirdi.

Cuma akşamı da gördük ki değişen hiçbir şey yok Westfalen'de...Bu takımdaki birçok yıldız adayından en parlayanını Real Madrid kaptı bilindiği üzere. Ama Dortmund öyle Barcelonalılaşmış ki yerine aynı milletten aynı kökenden başka bir oyuncuyu aylar önce koyma cesaretini gösterebiliyorlar. İlkay o sakalları kesse sanki Nuri hala sahada diyeceğiz neredeyse. Elbette Nuri seviyesine ulaşması için zamana ihtiyacı var ama Cuma akşamı hiç sırıtmadan oynadı 80000 kişinin önünde. Normalde Real Madrid'e sattığınız bir oyuncunun yerine İlkay'ı değil Diego'yu almaya çalışabilirsiniz ama Dortmund bu ucuzluğa kaçmıyor.

Sol bekte oynayan Löwe de bölgesel ligden alınmış. Bu sene en çok para harcanan oyuncu Brugge'den alınan Perisic...Yanlış bilmiyorsam 5 milyon gibi bir rakam verildi bonservisine..Geçen sene de Lewandowski'ye böyle bir rakam verilmişti.

Bu sene her hafta izlenilecekler listesine en üst sıradan girmeyi başardı Dortmund...Bakalım Avrupa'da ne yapacaklar..

Bloklar arası kopukluk!


Bir süredir Beşiktaş TV'de yakın zamanda yapılan İspanya kampına dair özel görüntüler dönüyor. Klasiktir sezon başında takımın havasının adeta bir kolej havasında olduğu ve arkadaşlığın üst düzeyde olduğunu vurgulayan konuşmalar.

Beşiktaş'ın İspanya kampı da belli ki çok neşeli geçmiş. Querasma'nın malzemeci Süreyya olan muhabbetini geçen seneden biliyoruz. Yabancı oyuncuların bu tarz hareketleri aslında birçok kesime sempatik gelir, buradan da prim yapar çoğu oyuncu. Taraftarın gözünde Quaresma sadece attığı çalımlarla değil, aslında biraz da içindeki çingeneliği dışa vuran bu tarz hareketleri ile sempati kazanmıştır.

Ne var ki benim Beşiktaş TV'de izlediğim görüntüler işin boyutunun sempati kısmını aşıp biraz sululuk kısmında dönüşmeye başladığını gösterdi. Ya da şöyle düşünelim aynı görüntüleri Batuhan Karadeniz verse ne derdik...Düşünmek lazım...

Kamp görüntülerinden ortaya çıkan bir diğer önemli nokta da takım içinde ikili yapılan çalışmalarda hep aynı oyuncuların birlikte çalıştığı. Quaresma-Simao ile, Almeida-Fernandes, Bebe-Sidnei, Holosko-Sivok ve daha birçok örnek verilebilir. Ekrem bile Tanju ve Veli ile takılıyor sırf dil olayı yüzünden. Mutlaka dil önemli bir nokta ama zaten kampların amacı farklı dilleri konuşan farklı futbol kültürlerine sahip bu oyunculara ortak bir futbol dili yaratmak değil mi...

Bu görüntülerden sonra sezon içinde "bloklar arasındaki kopukluklardan" bahsetmek çok da zekice olmaz sanırım.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Eren Güngör'ün kabusu

Kayseri'den maç sonu herkesi üzen bir haber geldi bu akşam. Eren Güngör stoper kıtlığı çeken Türk futbolunun gelecek adına umut vaaeden en önemli oyuncularından biri idi. Milli Takım formasını da birkaç kere giymişliği vardı ta ki geçen sezon başında geçirdiği diz sakatlığına kadar. Eren bu akşam neredeyse 1.5 yıl sonra ilk kez forma giydi. Ancak maç içinde bu kez diğer dizinden sakatlandı ve gelen ilk haberler çapraz bağlarının koptuğu yönünde.

Bir sporcunun başına bundan daha kötü ne gelebilir bilemiyorum. Ağır bir sakatlığın ardından yine aynı derecede bir sakatlık daha. Herşey bir yana psikolojik olarak ayakta durmanın çok zor olduğu bir durum. Aylar süren rehabilitasyon dönemi ve sakatlığın verdiği o tedirginliğin üzerine yeni bir sayfa açmışken kariyerinde aynı kabusla yine karşı karşıya genç oyuncu. Ronaldo Inter forması ile yıllar önce aynı kabusu yaşamıştı herkes hatırlar. Brezilyalı gözyaşlarını çim sahaya akıtırken belki kendisi de farkında idi bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının.

Eren 88 doğumlu bir oyuncu. Geri dönebilecek kadar zamanı var önünde. Ancak bu esnada en önemlisi etrafında ona destek verecek birilerinin olması. Burada Kayserispor yöneticilerine çok iş düşüyor. Hem kendi kulüpleri adına hem de Türk futbolu adına...

Not: Sakatlığın ciddiyeti yarın belli olacak ancak ilk belirtiler bağ kopması olduğu yönünde. Umarım yarın iyi bir haber gelir ve bu yazı da çöpü boylar.

5 Aralık 2010 Pazar

Ferguson'un kumarı: Anders Rosenkrantz Lindegaard

Alex Ferguson artık kariyerinin sonuna gelmiş olan Van der Sar'ın alternatifini Danimarka'da bulmuş gözüküyor. Odense takımının kalecisi olan Anders Rosenkrantz Lindegaard ile 3.5 yıllık sözleşme imzaladı Sir. Anlaşma Ocak ayından itibaren geçerli olacak. Ferguson'un Lindegaard için düşündüğü kariyer planı nedir bilemiyorum ama Van der Sar gelecek sezon yüksek ihtimalle emekliliğini açıklayacak ve bu da Danimarkalı kaleci için Manchester'da yapacağı 3.5 yıllık sözleşmenin buçuğu olan önümüzdeki 6 aylık staj dönemininin onun kaderini çizeceğini gösteriyor.

İlginç olan ise Ferguson döneminin en istikrarlı ve uzun soluklu kalecisi olan efsane Peter Schmeichel'ın Lindegaard için Manchester'da sadece ikinci kaleci olabilir açıklaması yapması. Schmeichel haklı olabilir çünkü uluslararası piyasada adı duyulmadık bir kaleci. 84 doğumlu olmasına rağmen ilk kez bu sene Milli Takım forması giyebildi. Kariyerinde ise parlak diyebileceğimiz bir başarı yok ama Ferguson onu tercih ettiğine göre birşeyler görmüş olmalı. Hoş onca başarısına rağmen eğer zorlayıp Ferguson'un bir açığını bulmak isterseniz onun kaleci tercihleri ilk aday olabilir. Van der Sar ve Schmeichel dışındaki tercihlerinin neredeyse tamamı hayal kırıklığı idi. 90'lı yılların başında Mark Bosnich, post-Schmeichel döneminde 1. kaleci olarak alınan İtalyan Massimo Taibi (4-5 maç oynadıktan sonra gönderilmişti yanlış hatırlamıyorsam), ardından Fabian Barthez (ilk dönemleri fena olmasa da çok fazla basit hatalara dayanan goller yemişti), öze dönüş projesi Roy Carroll ve Amerika'dan ithal Tim Howard...Van der Sar küllerinden yeniden doğmasa Ferguson'un bu kaleci seçimlerindeki bahtsızlığı alay konusu olmaya yakındı İngiltere'de.

Şimdi onu ipten alan Hollandalı emekli oluyor ve Ferguson yine riskli bir transfere imza atıyor. Tabii Sir, bu yeni ismi 1. kaleci mi yoksa yedek olarak mı düşünüyor şu anda bilmiyoruz ama Schmeichel'dan iyi referans almaması başlangıç için çok umut vermedi bana. Schmeichel, ManU kalesi için en uygun adayların Liverpoollu Pepe Reina ve CSKA'lı Igor Akinfeev olduğunu söylemiş ayrıca. Akinfeev yaş, tecrübe ve yetenek olarak şu an belki Avrupa'nın en iyi 5 kalecisinden birisi. Ancak hala o büyük transferini yapamadı. Bir kaleci için hala çok genç denilebilecek bir yaşta Rus kaleci. Manchester kalesi de ona çok yakışacaktır ama böyle bir transfer şu an gündemde yok. Lindegaard ise şimdilik kapalı kutu. Bekleyip göreceğiz...

Paralel evrendeki oyun

Fringe, Lost'un yapımcısı J.J.Abrams'ın elinden çıkma mistik olayların bilimsel temellere oturtulduğu ama acaip de uçuk fikirlerin olduğu bir dizi. Bu uçuk kurgulardan birisi de paralel bir evrenin varlığı. Yani bizim hayat çizgimizde yapmadığımız seçimleri yaptığımız bir hayatı yaşadığımız "öteki" evren...Peki ben neden yazıya böyle abuk bir başlangıç yaptım hemen açıklayayım.

Bugün Beşiktaş'ın ilk 11'i kağıt üstünde orta sahadaki fiziksel direnci arttırmak için kurulmuş ve daha defansif gözüken bir yapıda görünüyor idi maç öncesi. Sezon başına dönersek eğer, Schuster, orta saha düzeninde  Ernst-Guti-Tabata(Delgado) 3'lüsünü tercih etmişti bazı maçlarda. Özellikle de UEFA ön eleme maçlarında ki bu maçlar Schuster'in takımın başındaki ilk tecrübeleri idi. Bu 3'lüden bazen Guti'yi bazen de Delgado'yu Ernst'in yanına çekmişti savunmanın önüne. Ama buradaki oyuncudan Schuster'in temelde beklentisi fiziksel bir mücadeleden ziyade oyun kurma konusunda öne çıkması ve savunma-hücum arasındaki pas bağlantısını sağlaması idi. Avrupa'da alınan (Querasma'nın da üstün formu ile) iyi neticeler orta sahadaki fiziksel zaafı bir nevi örtbas etmişti. Yine de bu zayıf takımlara verilen birçok pozisyon iyi sinyaller vermemişti ilerisi için. Zaten ne zaman lig başladı, fiziksel oyun ön plana çıktı Aurelio takviyesi yapıldı takıma. Delgado gönderildi ve Tabata ya yedek kulübesinde yerini ısıttı ya da sağ kenarda oynatıldı. Ernst-Aurelio ikilisi ise Schuster'in yeni gözdeleri oldu. Birkaç istisna maç haricinde de bu ikili ve Guti yeni kurgunun baş aktörleri oldular orta alanda. Her ne kadar Guti yine kağıt üstünde daha ofansif bir role bürünmüş gibi gözükse de, Sivok'un sakatlığı ve Aurelio'nun kısır oyunu topun yine ileri bölgeye iletilmesinde sorun yaşattı Beşiktaş'a. Bu yüzden de Guti belki Schuster'in direktifi belki kendi insiyatifi bilinmez ama sürekli geriye kadar gelip stoperin ayağından topu alan adam oldu bu kurguda. Bu maçın ilk yarısında ise başka bir kurguya sahne oldu İnönü.

Bu kez de Ernst-Necip-Aurelio idi bu 3'lünün adı. Aurelio yine her zamanki rolünde idi ama Ernst ve Necip ikisi birden daha hücuma destek verir pozisyonda idi. Guti yine hücum organizayondaki rollerine devam etse de bu kez Necip'in varlığı ile fizik olarak ilk yarı boyunca eskisi kadar yıpranmadı. Bursa'nın o bilindik sertliğine aynı sertlik ile cevap verecek kadar diri idiler bu yarıda. Rakibi çok baskı altına alamasalar da Ali'nin ilerideki hareketli oyunu bu 3'lünün direnci ile birleşince takım savunmasını ilk kez bu kadar iyi yaptıklarını gördüm ben. Takım savunması düzelince pas alışverişi ve hücum varyasyonları da iyileşti. Yani ortaya temposu yüksek, oyunu daraltan ancak hücum oyuncularının kalite konusundaki eksikliği yüzünden fazla pozisyon bulamayan ama hiç de pozisyon vermeyen bir takım çıktı.

İlk yarının sonunda Volkan Şen'in kırmızı kartı ise bana kalırsa sadece Ertuğrul Sağlam'ın değil, Schuster'in de planlarını bozdu ya da aklını karıştırdı.  İkinci yarıya Necip/Tabata değişikliği yaparak başlaması bu yukarıdaki özellikli takımın yerine eski bilindik görüntülerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Tabata hücum anlamında bir artı getirmediği gibi takım savunmasını da bozdu. Mutlak galibiyet ihtiyacı Schuster'i o çok istediği gole daha hızlı ulaşmak adına böyle bir değişikliğe itti belki ama ilk yarıdaki o güzel takımın da katledilmesine sebep oldu bir yandan. Bir teknik adamın Tabata gibi  "10 numara" tarzında bir oyuncudan maçı çeviren bir hamle beklentisi olması çok normaldir. Ancak Tabata böyle bir oyuncu değil maalesef. Belki gönderilen Delgado onun bu beklentilerini bir nebze karşılayabilirdi ama Tabata asla. Neticede Beşiktaş Holosko ile golü bulsa da ve yine de kalesinde Cenk'in hatası ile oluşan pozisyon dışında ciddi pozisyon vermese de ilk yarıdaki o ateşi göstermedi bu devrede.

Fringe ile bağlayalım. Demek istediğim nokta şuydu. Volkan'ın atılmadığı ve Schuster'in ikinci yarıya da aynı 11 ile devam ettiği bir paralel evrende nasıl bir oyun oynandı ve nasıl bir sonuç çıktı ortaya acaba? Bu sorunun cevabı belki de bu takım savunmasındaki problemi çözecek anahtar olabilirdi. Düşünsenize ikinci yarıda Manuel Fernandes ile takviye edilmiş Ernst-Necip'li bir orta saha ve iyileşmiş bir Quaresma...Takım savunması düzelmiş bir Beşiktaş hücum anlamında da çok daha fazla şeyler vaat edebilirdi bize. Keşke öğrenmenin bir yolu olsa idi.

2 Aralık 2010 Perşembe

Ne zamana kadar Hakan?

Schuster'in deplasman maçlarına yaklaşımı bu maçta da aynıydı. Kontrolü ele alma ve oyunun temposunu ayarlama adına özellikle 2. bölgede çok fazla pas yaptılar. Hücum opsiyonlarının sınırlı olması aslında Schuster'e fazla da bir seçenek bırakmadı bu son iki maçta. Defansın uyumsuzluğu bu kontrollü oyunda dahi devam etti. Hilbert yine kendi kanadından Sofya'nın 7 numaralı oyuncusunu üç kritik pozisyonda kaçırdı. Bu hatalar öylesine kritik ki aslında sadece pozisyonlar gol ile sonuçlanmayınca halının altına itilen tozlar gibi üstünden geçilip gidiliyor bu arızaların. Manisa maçı örneğindeki gibi rakip bu açıkları değerlendirince ortaya dağınık ve bilinçsizce hücum eden bir takım çıkıyor akabinde. Bu yüzden Schuster ne kadar oynatmak istediği felsefede ısrar ederse etsin işe bu takımın takım savunmasını ve defanstaki uyumsuzluğu gidererek başlaması gerekir. İki maçtır İsmail'de ısrar ediyor pozisyon bilgisi zayıf olsa da hızı ve dinamizmi yüzünden. Ersan'ın üstüste 6. maçı oldu yanılmıyorsam. Ama öyle ya da böyle ne kadar yamanmaya çalışırsa çalışılsın bu arızalar her zaman başgösteriyor.

UEFA'da kazanması gereken bütün maçları kazandı Beşiktaş ve 2.tura çıkmayı garantiledi. Dışarda Rapid ve içerde Sofya galibiyetleri ile bu akşamki galibiyet kağıt üzerinde olması gerekenlerdi. Deplasmandaki Porto beraberliği ise piyangodan çıktı. Schuster'in grup maçlarındaki sistemi tuttu. Bundan sonraki turda tekrar gruplara gidilse idi belki Beşiktaş'ın üst turlar için şansı daha fazla olacaktı ama şimdi farklı bir kulvar ve anlayış gerektiren eleme maçlarına geçiliyor.

Bu akşam 3 oyuncu değişikliğini de sakatlıklar yüzünden kullandı Schuster. Kulübe zaten mevcut sakatlar yüzünden fazladan bir kaleci ve sakat Querasma ile takviye edilmişti. Bu kadar sakatlığı şansızlık ile açıklamakta zorlanıyorum işin gerçeği.

Hakan'ın kalecilik yetenekleri konusunda giderek karamsar bir hale bürünüyorum. Bir kaleci elbette hatalı gol yer. Haftasonu Cenk'in yediği gibi. Ama bir kaleci her zaman aynı hata ve aynı eksiği yüzünden gol yiyemez. Hakan'ın yan toplara çıkarken yaptığı zamanlama hatası yüzünden kariyerinde yediği kaçıncı gol ben sayamadım. Çalışma ile aşılabilecek bir sorunu sadece özgüven eksikliğine bağlayamam. Mutlak suretle bu eksiğini gidermesi lazım yoksa 1. kaleci başladığı sezonu 3. kaleci olarak tamamlayacak.